Rumi Sanat Galerisi

Ahmet Süheyl Ünver

Süheyl Ünver, bir üniversite hocası, Türk tıp tarihçisi ve hekimdir. Bu akademik kimliğinin yanıbaşmda, o, bir sanat adamıdır. Müzehhiptir, minyatüristtir, ressamdır ve kaat’ı ustasıdır. 

TANIDIĞIM  A.SÜHEYL ÜNVER 

  20’nci yüzyıl Türk kültürünün eskiyle kopan bağlarının kurulmasının ve unutulan geleneksel kimi sanat dallarından birçoğunun canlandırılmasının en sadık ve vefakâr hadimi A. Süheyl Ünver’dir.  Süheyl Ünver, bir üniversite hocası, Türk tıp tarihçisi ve hekimdir. Bu akademik kimliğinin yanıbaşında, o, bir sanat adamıdır. Müzehhiptir, minyatüristtir, ressamdır ve kaat’ı ustasıdır. 

rk sanat dallarının tarihindeki temsilcileriyle, onların yapıtlarının araştırılıp gün ışığına kavuşturulmasının yılmaz öncüsüdür. Tıp tarihi, Türk süslemesinin tarihi, giderek Türk tarihine ait en hürde ayrıntıyı ona öğretmiş, sonuçta, Türk’ü ilgilendiren tek yapraklı bir arşiv malzemesinden mezarlıklardaki tarihi taşlara dek herşeyi kaçırmayıp tesbit etmesi, tarihî sürükleniş içerisinde Türk kimliğini ayakta tutacak her unsura dikkatle eğilmesine neden olmuştur. Topladığı belgelerden ve tesbit ettiği bilgilerden muazzam bir arşiv kurmuştur. Eşi benzeri bulun mayan bir çalışkanlık abidesi olan Süheyl Ünver’in ayrıca, bir divan olmasa bile bir Divançe-i Süheylî” olacak denli tarz-ı kadim üzerine yazılmış şiirleri vardır. 

Bu anlatım içerisinde A. Süheyl Ünver önce olayları ve eşyayı pozitif bir kafa içerisinde ele alan, tarih araştırmalarından inceleme  ile sonuçlara ulaşan bir akl-ı selim sahibi dir. Tıp eğitimi yapmış ve bir hekim olarak insan vücudunun mükemmelliğini akl-ı selim ile kavramıştır. Bir diğer A. S. Ünver ise güzele âşıktı. Bu haliyle güzeli yalnızca dışında arayıp bulmadı. Bizatihi iç”ten dış”a çekilerek yaptığı sanat çalışmalarına ruhunu taşıdı. Bu haliyle A. S. Ünver bir zevk-i selimin insanıdır. Türk tezyini sanatının çeşitli dallarını yaptığı tarih araştırmalarıyla tanıdı, öğrencilerine bunları temsilcileriyle ve örnekleriyle öğreterek Türk sanatının günümüzde yeniden dirilmesine tek başına öncülük yaptı. Bugün onun yapıtlarıyla eski tezyini sanatımızın ustalarını biliyor, onlarla zaman içerisinde yolculuklar yapabiliyoruz. Aynı biçimde, Süheyl Ünver’in suluboya ve karakalem resimleriyle başta İstanbul olmak üzere kimi kentlerimi zin şimdi çarpık kentleşme ve yanlış sanayileşme ile yok edilen köşelerinde yeniden yaşayabiliyoruz. 

Süheyl Ünver’in kendisini tanıyanların zihninde farklı fotoğraflar bıraktığını biliyorum. Onu tanıyanlar anı yumakçıklarını çözdüklerin de ortaya çıkacak olan fotoğrafların esasta yukarıda ifade edilen iki eksenden birinin ya da her ikisinin çevresinde kümeleştiklerini göreceklerdir. Bunları birleştirecek olursanız ortaya bilim adamı ve sanatkâr bir Süheyl Ünver çıkacaktır.  

Üstünkörü olmayan bu incelemelerin bile A. Süheyl Ünver’i anlamada ve anlatmada eksik kaldığının bilincindeyim ve bu noktada yalnız olmadığımı biliyorum. Sözünü edeceğim boyutun ekiyle Ünver portresinin tamamlanacağına inanıyorum. Benim Süheyl Ünver’im akl-ı selim ve zevk-i selim boyutlarının ardında ki kalb-i selim sahibi seçkin bir insandır. Bir insan okur, bilim adamı olur. Fakat doğuşundan gelen bir bozukluk varsa bu onun davranışsal çerçevesini etki ve itaati altına alır, sonuçta İnsanî ilişkilerin de, bilim adamı olmasına karşın, tutarsızlıklar ortaya çıkar, bir bilgine yakışmayacak hareketlerde bulunur. Benzer inceleme sanatkâr kimliği için de geçerlidir. Eline aldığı bir konuya yaşam veren bir sanatkar insan-insan ilişkisinde kusurları ile yaptığı başarılı yapıtı ile tamlaşamaz, her ikisi, sanatkâr ve yapıtı, farklı mecralarda seyrederler. Bilimsel olup irfan sahibi olmayan bir bilgin gibi, sanatkârın da yapıtığıyla farklı terazilerde tartılması o yapıta can veren sanatkârın kişisel eksikliğinden, olgunluğa ulaşamamış bir insan olmasından kaynaklanmaktadır. 

Oysa kendi iç dünya uygarlığını başarıyla ve öteki insanlara örnek olacak bir biçimde kurar Süheyl Ünver, sahibi olduğu yüce ahlak ile kalbini tezyin ettiği kalb-i selim sahibidir.  O bir hekimdir. Hastasını bilimsel bilgi verileriyle tedavi ederken akl-ı selim sahibidir, hastasına  gönül gözüyle bakarken de kalb-i selim sahibi bir doktordur. Aynı gelişme çizgisini onun sanatkârlığı için de çekmekte bir sakınca yoktur. Onun parmaklarının ucundan çıkan el yapması yapıtların her biri onun ruhundan izler taşır. Çünkü kalb-i selimini bu yapıtlarına kalemiyle, fırçasıyla taşımış, onlarla bütünleşmiştir. Söz gelimi onun fırçasından çıkmış İstanbul’un şimdi yok olmuş bir köşesini aydınlatan suluboya bir resmine bakın. Süheyl Ünver’in mutlaka bir yerden, ama fırçasının değdiği her yerde sizi oraya taşıdığı ruh selametiyle selamladığını görürsünüz. Çevrenin alayişi, dedikodusu ve farfarasına hiçbir zaman kendini kaptırmayan bu büyük insan herdem kendisiyle meşgul olmuştur. Dolayısıyla kendi kalbinin fütuhatını yaptığı için kendini bilen mübarek insanlardan biridir. “İç”te kalmayıp dış”a, gönül evinde kalmayıp, sorunlu ve gürültülü sokağa çıkmış, olgun kişiliğiyle onun bulunduğu sokağın hilekârlığı, yerini sulh ve sükuna bırakmıştır. Bunun da sırrını onun iç ”inin aydınlığını “dış”arıya taşımış olmasında görüyoruz. Çünkü kendi ev”ini düzenlerken huzuru bulmuştur. Bu huzurla iç”ten dış”a ev”inden sokağa çıkmıştır. Oysa sokak kalabalıktır, heterojendir, menfaat çatışmaları vardır. Orada iktisat ve siyasete bulaşmadan; bunların kullanımı için akla gereksinim vardır. İktisat ve siyaseti sahiplerine bırakarak sokağa bir hekim ve sanatkâr olarak çıkan Süheyl Ünver maddeye sürtünmeden, çıkar çatışmalarına bulaşmadan tüm dikkatini Türk tarihine ait herşeye adadı.  

Üstad Yahya Kemal, Aziz doktorum. Nûr-u enver adamsın. Sen olmasan bu devir ne kadar çorak olurdu!” ya da Nizam-ı intizam sensin, ni- zam-ı âlem sensin. Var ol!” derken ne kadar haklıdır. Gerçekten de o huzurlu haliyle sokağın çirkefinde bocalayanlara sığınılacak bir liman oldu. 

İstidat sahibine göre, ya bir çift güzel, hikmetli söz söyledi veya metafizik düğümleri açan tasavvufi sohbete kapı açtı ya da fırtınalı kalplerin sükunu için onları Türk tezyini sanatına ait çalışmalara çekti. Öğrencilerinde gördüğü sanata ilişkin en küçük heyecanın somutlaşması için onlara bir yol çizdi, bunun hedefini gösterdi, araçlarını kâr elde etme den sundu. Bunları yaparken sanatı bile bir araç olarak gördü. İnsana kendi adresini gösterdi. İnsanı kendi içindeki gizli varlıkla dost kıldı. Belki onun kendisine tahmil ettiği misyon buydu. Kendisinin bir cazibe merkezi oluşunu nice büyük insanlar keşfetmişlerdi. Nitekim üs- tad Yahya Kemal Beyatlı’nın söylediği şu söz amacımızı açıklayacaktır: Sen Süheyl! Bu kadar güzel ruhları, masum ruhları topluyorsun… Asıl Süheyl’i görmek bayramdır. Zira ondan mübarek adam yoktur.” 

Süheyl Ünver bir cazibe merkeziydi. Onun çekim alanına girdiniz mi bir daha oradan kopamaz, nasibinize düşeni alırdınız. Sonra onun eliyle size verilenin sizi bu dünyaya getiren anne ve babanızın bahşettiği gibi bunun da ne yüce bir armağan olduğunu görürdünüz. Onunla tanışmak, onunla bir olmak ikinci bir doğumdur. Aslında bu Süheyl Ün- ver’i araç olarak Tanrı’nın seçtiği kullarına bir ikramıydı. Onun gönül kabesinin mimarlarını bulmak bize  

Süheyl Ünver’in kalb-i seliminin kapsama alanının boyutlarını verecektir. Bu ise başlı başına bir araştırma konusudur. 

Kısası bu olan tanışıklığın etraflı öyküsü bu satırların yazarının kişisel tarihini verecektir. O halde okuyucuyu yazarın bu sübjektif alanın dan kurtarmak gerekir. A. Süheyl Ünver’i rahmetle ve minnetle anarken bu satırları okuyanların hisslerinin ne olduğunu bilmek aslında okuyucunun kişisel tarihindeki sübjektif bir boyutla, kamil bir insanla buluşmasını zorunlu kılmaktadır. Temiz ruhlar arasına sıkışmış kamil bir insanı iyice ara, bir gün mutlaka bulursun” diyen Hz. Mevlana ne kadar haklıdır. Böylesi bir kavuşmanın kişiyi özel bir dengeye oturttuğu an, A. Süheyl Ünver’in kıssası okuyucu için bir başka olgun insanda somut bir hisseye dönüşmüş olacaktır.  

Ahmet Güner Sayar  

Bütün Dünya Eylül 2001 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

×
Alışveriş sepeti kapat